Ana içeriğe atla

DÜALİZM VE MATERYALİZM PARADİGMALARI ÜZERİNE

DÜALİZM VE MATERYALİZM                PARADİGMALARI ÜZERİNE
                                    Asref CALP                     



Özet
 Bir kuramın paradigma olarak kabul edilmesi için öncelikle rakiplerinden daha güçlü görülmesi gerekir. Bu bağlamda düalist ve materyalist kuramları birer paradigma olarak ele almak yanlış olmaz. Nitekim; 1962 yılında bilim tarihi, bilim felsefesi ve bilim sosyolojisi alanlarında adeta bomba etkisi yaratmış ve o tarihten bu yana çağdaş bilim ve felsefe dünyasının temel klasiklerinden biri olarak kabul edilen T.S. Kuhn’un ‘ Bilimsel Devrimlerin Yapısı’ adlı yapıtı önemli bir kaynak niteliği taşır. 
  Bu makalede özellikle son dönemde felsefe dünyasının yakından takip ettiği ve üzerinde çokça tartışılan Zihin Felsefesinin konusu olan zihin-beden ya da ruh-beden kavramlarının düalist ve materyalist paradigmaları çerçevesinde ele alınacaktır. İnsan zihninin ne kadar karmaşık bir durumumda olduğu malumumuz. Öyle ki ‘Bilinç’ diye bir kavramdan bahseden yine aynı bilinç paradoksuyla karşı karşıyayız. Hem anlaşılması zor hem de anlamak için uğraşan bir zihin. ‘ İnsanı insan yapan şey nedir? ’ soruna cevap aramak da zor bir uğraştır. Ama anlamak da bir nevi insanı özgür kılan bir durum olsa gerek. 
  

          Descartes ve Düalizm 
  
  Modern felsefenin kurucusu olarak tanınan Descartes, kendisini özde düşünen bir şey olarak ortaya koyması onun düalist olması için tek başına yeterli değildir. Ama Descartes’ın 6.Meditasyonda kendisinin gerçekten bir ruh ya da zihin olduğunu ve bedeni varlıktan ayrıldıktan sonra da var olamaya devam edeceğini savunması onun tam da bir düalist olduğu kabul edilir. 6. Meditasyonda iki amacı vardır: birincisi maddesel şeylerin var olduğunu göstermek. İkincisi ise zihnin bedenden ayrı olduğunu göstermektir. Zaten Descartes’ın Meditasyonları zihin-beden problemine odaklandığı eserdir. Ona göre açıklık bir nesnenin kendisini aracısız olarak kavramaktır. Seçiklik ise nesnenin bilgisi diğerlerinden ayrılmış ve kesin olmasıdır. 
  Bu konuda asıl soru : zihinsel ve fiziksel olgular arasında nasıl bir ilişkinin olduğu sorusudur. Bu soruya genel anlamda tam bir cevap verilmiş değildir. Hem felsefe hem de bilim alanında her ne kadar teoriler ortaya atılmış olsa da   bu konuda genel olarak tatmin edilmiş bir cevap bunabilmiş değildir. Descartes ise bu zihin-beden problemi konusunda zihnin bedenden farklı olduğuna dayanan bir kuram ortaya atıyor. Yani aslında fiziksel ve zihinsel olana ilişkin genel bir kuram ortaya atmak yerine, iki ayrı tür nesnenin, yani fiziksel insan bedeni ile fiziksel olmayan insan zihni veya ruhun farklılıkları üzerinde durulur. Bir insan bedeninin belli bir kütlesi, ağırlığı, üç boyutlu bir yapısı, rengi, dokusu vs vardır. Bu özellikleriyle insanlar bedeni görebilir, hissedebilir. Buna karşın, fiziksel olmayan zihin bedenin hiçbir özelliğine sahip değildir. Bu nedenle de hissedilemeyen, görülemeyen, bağımsız olarak var olan ( var olma kapasitesine sahip) bir nesne olarak düşünür. Burada da zihinsel ve fiziksel olan şeyleri birbirine indirgenemez oluşundan asıl sorun ortaya çıkıyor. Yani zihinsel olan bir şey fiziksel olamaz, fiziksel olan bir şey de zihinsel olamaz. 
  Descartes zihin ve maddeyi birbirine indirgenemeyen, ama aralarında nedensellik ilişkisi olan iki töz olarak kabul eden görüşü onun töz düalizmi  olarak da adlandırılır. 
  Descartes’ın felsefe tarihinde düalizmin en önemli temsilcisi olduğunu hatırlatmakla birlikte; Kartezyen düalizminin en temel özelliklerinden birisi de zihinsel olanın kişiye özel olmasıdır. Yani bu sadece kişinin kendisinin, kendi zihinsel süreçleri hakkında iç gözlem yoluyla bilgi sahibi olabilmesidir. Hiç kimse bir başkasının zihinsel süreçlerini dışarıdan gözlemleme imkanına sahip değildir. Ama buna karşın fiziksel özelliklerimiz herkes tarafından dışarıdan gözlemlenebilir. 
  Töz düalizminin ikinci bir özelliği, kendi zihnimize ilişkin doğrudan edindiğimiz bilgilerden şüphe edilememesidir. Örneğin; susadığımızda, acıktığımızda, mutlu olduğumuzda veya öfkeli olduğumuzda bunu hissediyorsak burada kendimiz hakkında verdiğimiz yargı yanılmaz durumda olduğumuzu gösterir. Oysa duygularımız aracılığıyla edindiğimiz bilgiler yanıltıcıdır. Ve herkese göre farklıda olabilir. Bundan dolayı da töz düalizminin en temel özelliği zihinsel olanın fiziksel olana indirgenememesidir. Yani zihinsel olan hiçbir şekilde tamamen fiziksel bir terminolojiye indirgenemez.
   Dolayısıyla düalistler zihinsel olanın beyin süreçleri, davranış gibi fiziksel duymamım belli özellikleriyle özdeş olduğu fikrini tamamen reddeder. Töz düalizmini savunanlara göre, zihinsel olan fiziksel olandan özsel olarak farklı olduğu için zihni, beyin süreçlerine veya davranışa indirgeyerek tanımlamaya kalkışmak boşunadır. 
  Fakat töz düalizminin açıklamakta en çok zorlandığı husus: eğer zihin ve madde birbirinden ayrı ve birbirlerine indirgenemez ise bu iki töz nasıl olup da birbirini nedensel olarak etkilediğidir. Yukarıda da anlaşılacağı üzere, zihin yer kaplamayan düşünen tözdür. Madde ise düşünme özelliği olmayan yer kaplayan tözdür. Madde doğal kanunlara bağlı oldğu için, maddesel şeyler ve durumlar diğer maddesel durumların sebebi olabilir. Ancak Descartes zihin ve beden karşılıklı olarak birbirleriyle etkileştiği ileri sürmesi, bu varsayımla çelişir. Descartes bu çelişkiyi ortadan kaldırmak için, bu etkileşimi ‘kozalaksi bez’ ile açıklar. Bu kozalaksi bez: zihnin bedenle beynin merkezine yakın bir yerde olduğunu açıklar. Duyularımız dış nesneleri etkilediği zaman adını verdiği ‘hayvansal ruhlar’ harekete geçirerek çeşitli zihinsel durumlara yol açar. Aynı şekilde zihinsel durumlar da kozalaksi bezin hayvansal ruhlarında bazı titreşimler ortaya çıkmakta ve bu titreşimlerin sinirler yoluyla bedene taşınmasıyla kaslarda ve dolayısıyla bedende belli hareketler ortaya çıkarır. Örneğin: yanlışlıkla bir dikenin üzerine oturduğumuzda bir acı duyumu yaratacaktır. Burada dikenin bir yerimize batması fiziksel bir olayken acı hissetmemiz zihinsel bir durumdur. Ama bu acı durumu bir başka zihinsel duruma, yerimizden derhal kalkma arzusuna yol açacaktır. Ve bu arzu da bedenimizin de arzuya uygun sıçramaya yol açar. Bu şekilde de zihin-beden etkileşimini de açıklamıştır. 
  Descartes’ın düalist görüşü beraberinde hem taraftar toplamış hem de çok sert eleştirilere maruz kalmıştır. Bu eleştirileri hiç şüphesiz materyalist düşünce akımlarından almıştır. 



Descartes’a Yapılan Eleştiri
  

      Descartes’ın en bilindik eleştiriyi 20.yy felsefecilerinden Maurice Merlev- Ponty yapmıştır. Pornty felsefesinde zihin-beden probleminin büyük yeri vardır. Ponty’nin görüşlerini anlamak için öncelikle onun zihin-beden arasında yaratılan düalizme karşı çıktığını ve dünya ile ilişkimizde bedenin zihin kadar önemli bir rol oynadığı iddiasıdır. Bu bağlamda Ponty, Descartes’ın düalist anlayışına karşı oldukça eleştirel bir tutum izlemiştir. Ve aynı şekilde Descartes’ın cogito anlayışına da eleştirmiştir. Ona göre en temel özelliğimiz olan algılama ediminin düşünüm öncesi zihne ve bedene gönderimde bulunan özellikleri vardır. 
  Duyularımızın bizi aldattığını ve bundan hareketle her şeyden şüphe eden Descartes, açık ve seçik bilginin temellerini akılda aradığı için duyuların güvenilmez olduğu iddiasıyla bedene büyük zarar vermiştir. Zihin ve bedeni birbiriyle etkileşimi olanaksız olan iki farklı töze indirgerek Descartes insanın varlık bütünlüğü iki zıt kutba ayırarak parçalamıştır. Ponty için bu görüşü kabul etmek olanaksızdır.
  Descartes duyu deneyimlerimizin sadece yanlış kabullerden ibaret olduğunu iddia eder. Ve duyularımızın bize kesin bilgi için zorunlu olan apaçıklığı vermediğini ifade etmektedir. Descartes duyularından ve bedeninden gelen her şeyden şüphe etmiştir. Daha ileri giderek mutlak kesinliğe ulaştığından emin olmak için Descartes bu şüpheyi tüm işi ve kendisini, insanlığın geri kalanını her zaman aldatmak ve her türlü kesinliği önlemek olan kötü cinin varlığı düzeyine kadar yükseltir.
  Hakikate ulaşmak için duyulara gerçekten ihtiyacı olmadığını iddia ederek Descartes, zihin ve bedeni her ikisini de farklı tözler hatta birbirinden bütünüyle farklı iki benlik şeklinde ayırmıştır. Ponty ise Descates’ın rasyonel aklın tek başına bize hakikati veremeyeceği inancına karşı çıkmıştır. Ona göre rasyonalizme duyulan güven, dünyayla ilişkinin deneyimimizi zayıf düşünceye, idea ya da kavrama indirmektedir.
   Ponty, Descartes’ı sadece duysal bilginin doğası konusunda değil, cogito kavrayışının eksikliğinden dolayı da eleştirmektedir. Ponty sessiz veya örtük cogito ile konuşulmuş cogito arasında bir ayrım yapar. Buna göre Descartes’ın ‘cogito ergo sum’   önermesinin dile getirdiği cogitonun ona öncel olan düşünüm öncesi bir anlam alanına getirimi bulunmak zorundadır. (Ponty,2017:495)
  Dile getirilmiş cogitonun temelinde dile getirilmeden kalan sessiz cogito bulunmaktadır. Descartes’ın Meditasyonlarını okuyarak ulaştığımız cogito konuşulmuş cogitodur. Sessiz cogito ise Descartes’ın Meditasyonları yazarkensahip olduğu cogitodur. Ponty’e göre eğer konuşulmuş cogito, onu okuyanların içinde sessiz cogitoyla karşılaşmasaydı kitabın okunması dahi söz konusu olmazdı. Konuşulmuş cogitonun arkasında her zaman zorunlulukla sessiz bir cogito vardır. Sessiz konuşulmuş cogitoyu ancak kişinin kendisi deneyimler. Kartezyen cogito kendi anlamını sadece benim cogitom tarafından kazanılabilir. Ona ilişkin bir düşüncem yoktur. Ancak kendi içimde onu keşfederim. Bu anlamda Ponty için bir şeyin tüm düşüncesi aynı zamanda bir öz bilinçtir. Descartes’ın cogitosunu okurken ona verdiği anlamı, onun bizde uyandırdığı anlamı da ekleriz. Böylece Ponty, Descartes’ı eleştirmekle kalmaz, onun düşüncesini eleştirerek kendine yeni bir paradigma oluşturmuş oluyor. Husserl’in düşündüğü gibi sözcükleri sadece kurmakla kalmayıp, fenomenolojiye Descartes’ı eleştiriye boğarak aslında sözcükleri yeniden kurulacağını göstermeyi hedeflediğini okuyoruz. (2017: 497)




 Materyalist Yorum

  Bilinç ve zihin odak noktası olduğu bu problemlerde, tartışılan en önemli nokta beyin gibi fiziksel bir şeyin nasıl oluyor da bilinç adını verdiğimiz duygu ve düşünce biçimlerine neden olabildiğidir. Örneğin sadece zihin sürecinde var olabilen veya sadece birinci tekil şahıs perspektifine de açık, objektif olarak da gözlemlenebilen bir kafatasının içindeki o vıcık madde, nasıl oluyor da bilinçli olabiliyor? Var olduğunu kabul ettiğimiz zihinsel süreçler beyin olaylarıyla ilişkilendirildiğinde, zihinsel süreçler ile beyinsel olaylar arasında kurulacak düzenli bir ilişki ne ölçüde dikkate değer olur? 
  Varsayalım ki biz eski bilgilerimizi göz önünde bulundurarak bir şekilde bir düşünceyi aramak zorunda kaldık. Eğer burada beyinsel olaylar ile zihinsel süreçler arasında düzenli bir ilişki gözlemlersek bu şaşırtıcı olamamalı. Bu noktada materyalist yaklaşımın tavrı zihin hallerinin gerçekte beynin halleri olduğu yönündedir.  Bu bağlamda materyalistler: ‘Cisimler olmasaydı, zihinsel süreçlerde var olmayacaktı, çünkü zihinsel süreçler bazı maddi cisimlerde ortaya çıkan hallerdir.’ Düşüncesini esas alırlar. Yani zihin ve bilinç de fiziksel bir varlık olarak kabul edilir. 
  Materyalizm en temelde var olan her şeyin fiziksel olduğunu ve fiziğin terimleriyle açıklanabileceğini savunmaktadırlar. Fiziksel olgulardan, zihinsel olguların mantıksal olarak türetilemediği temellendirilirse bu zihinsel olanın fiziksel olana indirgenemeyeceğini gösterecektir. Böylece zihinsel olanın, zihinsel olanın dışında açıklanamayacağı sonucu çıkar.
  Başka bir dille açıklama gereği duyarsak: zihinsel süreçler dediğimiz her şey bilimin konusu olan fiziki süreçlerdir. Materyalizm göre insanın zihni onun beyni gibi bir şey olduğundan insan bedeninden farklı değildir. Örneğin: bedendeki bir acı, liflerin sinir sisteminden kaynaklanmaktadır. Bu doğrultuda zihinsel süreçler merkezi sinir siteminin süreçleri olarak değerlendirilir. Dolayısıyla fiziksel olan ile zihinsel olan iki farklı şey olmayıp, aksine aynı şeye göndermede bulunan durumlardır. Bu bakımdan materyalist yaklaşım temele alan özdeşlik kuramıdır. Bu kuramın en temel amacı zihinsel durumlar ile özdeş olabilecek fiziksel durumları bulabilmektir. Bu noktada her bir zihinsel durumun kendine özdeş olan bir beyin durumu vardır. Sonuç olarak zihin-beden bir bütündür. Zihinsel süreçler dediğimiz bir durum varsa bile bu dünyada var olan, duyumsanabilen, deneye sokulabilen maddesel olandan meydana gelen bir şeydir. 


Materyalizme Yapılan Eleştiriler 
  
  Elbette hiçbir paradigma mutlak, sonsuz bir kabullenmeyle kalmadığı gibi materyalizm de bu şekilde kalmış değil. Düzensiz monizmin kurucusu olan Donald Davidson’a göre; zihinsel terimlerle betimlenen olaylar zihinsel, temel olarak yalnızca fiziksel dille ifade edilenler de fiziksel olaylardır. Özellikle de acı, hüzün vs gibi zihinsel durumların fiziksel olarak açıklanmaz oluşundan hareketle, fiziksel olaylarla zihinsel süreçler arasındaki farkı görmek mümkün. Bu noktadan hareketle zihin ve bilincin fiziksel bir şey olamadığını, fiziksel olarak açıklanamayacağı sonucuna varılır. 
   Bu tartışmalara burada nokta koymak gerekirse, belki de en iyi açıklamayı Thomas Nagel yapmış olur. Nagel’a göre bilinç ne beyne ne de fonksiyonlarına indirgenebilir. Bilinç bir yaşantı şeklidir. Bu yaşantı şekli değişik organizmalarda değişik seviyelerde meydana gelir. Ona göre bilinçli olmanın nasıl bir şey olduğu hiçbir zaman anlaşılmayacaktır. Ve bilinç üçüncü şahıs ontolojisine indirgenemeyecektir. (Günday,2002:111) O halde zihin, fiziksel varlıklara indirgenmeye direnen önemli bir yönü vardır. Örneğin: bir acı deneyimi, nöronların yanmasına indirgemeye direnen önemli bir yöne sahiptir. Eğer materyalistlerin dediği gibi özdeşlik var ise birinin sahip olduğu bir şeye diğeri de sahip olmalıdır. Bu bağlamda mümkün gibi görünmüyor. Bundan dolayı da beyin olayları ve zihin olayları özdeş olamaz. 
  
  Sonuç

  Sonuç olarak bu makaleyi uzatabilirdik. İnsan zihninin derinliklerine dalıp, daha birçok fikirleri tartıştırıp yine hiçbir sonuca varmadan ama yinede bir şeyler öğrenip var olan merakımızı bir nebzede olsa giderebilirdik. Fakat amaç merakı gidermek değil merak uyandırmaktır. Felsefenin en güzel yanı da bu: harekete geçirmek. Bizi biz yapan şey nedir? , Birçok kere başımızı ağrıtan bu düşünceler nasıl gerçekleşiyor?, Zihin denen şey aslında nedir?, Bir makine ile bir insanı birbirinden nasıl ayırırız? İslam dininde söylenen ‘ Tanrı insana şah damarından bile daha yakındır.’ Önermesi doğru ise asıl sorunun tanrının nerede olduğu mu, yoksa insanın nerede olduğu sorusu mu? Ve daha bir çok soru. Sonuç olarak insan kendini anlamak için sürekli yeni paradigmalar oluşturacağa benziyor.  Tıpkı düalist bir paradigmadan sonra yoğunlaşan materyalizm gibi. Şunu da açık bir şekilde görüyoruz ki paradigmalar paradigmaları doğurur.  Zaten olması gerekende budur. 


KAYNAKÇA

  Günday, Ş.(2002). Zihin Felsefesi (1. Basım). Bursa: Asa Kitapevi.
  Ponty,M.M(2004). Algılanan Dünya. Aygün, Ö (çev). İstanbul: Metis Yayınları.
   Çüçem,a.(2012) Bilgi Felsefesi(4. Basım). İstanbul: Sentez Yayıncılık.
  Störig, H.J.(2013) Dünya Felsefe Tarihi (2.basım). Epçeli,N.(çev). İstanbul: Say Yayınları.
  Ponty,M.M(2017). Lgının fenomenolojisi (1.basım). Sarıkartal,E. Hacımuratoğlu, E. (çev). İstanbul:İthaki Yayınları.
  Kuhn,T.S. (2019). Bilimsel Devrimlerin Yapısı (10.basım). Kuyaş,N. (çev). İstanbul: Kırmızı Yayınları.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

ETİK (ETHOS)

  ETİK (ETHOS) ·           İyi olan nedir? ·           Nasıl yaşamalı? ·           İyi yaşam nasıldır? Ø    Niyet Ahlakı (Kant) Ø    Sonuç Ahlakı ( Aristoteles) Ø    Ödev Ahlakı (Modern)     Etik genelde Felsefenin değerlerle olan kısmını oluşturur. Bu anlamda etiğe başlarken ilk yaptığımız ayrım : olgu ve değer ayrımıdır. Havanın soğuk olmasından bahsederken    bir olguya yada gerçekliğe işaret ederiz. Fakat bir şeyin iyi veya kötü olmasından bahsederken bir değer yargısından bahsederiz.    Erik genel anlamıyla değerlerle ilgilenen bir felsefedir. Belli başlı sorular değerin olup olmadığı – eğer varsa- ne tür varlığa sahip oldukları, değerlerin yapısı özenel mi –nesnel mi yada başka türden mi, değerlerin kaynağı veya bir değer    yapan şeyin ne ...

FENOMENOLOJİK VARLIK KURAMI VE BİLİNÇ LEVİNAS

                FENOMENOLOJİK VARLIK KURAMI VE BİLİNÇ                                       LEVİNAS                                                                                                   Asref CALP        Fenomenoloji karşılaştırır, ayrım yapar, bağlar, ilişkiye sokar, parçalara böler, ögelerine ayırır. Ama her şeyi saf görmeyle yapar. Kuramlaştırma, matematikleştirmez; zira, tümdengelimli kuram anlamında hiçbir açıklamada bulunmaz. İlkeler olarak nesneleştirici bilimin olanaklılığına egemen olan temel kavram ve ilkeleri açıklayan fenomenoloji nesneleştirme bilimin baş...